24 Mayıs 2010 Pazartesi

TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNDE UZUN İNCE BİR YOL

Avrupa Birliği fikri nasıl ortaya çıktı ve genişleme stratejileri, aday ülkelerden neler istemektedirler ve Türkiye’nin bu zorlu yolda hangi alanlardaki eksiklikleri nedeniyle Avrupa Birliğine tam üye olamıyor noktasından başlamakta yarar olduğunu düşünmekteyiz. Avrupa ülküsü, gerçek bir siyasi projeye dönüşüp AT üyesi ülkelerin hükümet politikalarında uzun vadeli bir hedef haline gelmeden önce, sadece filozoflarla önsezili kimselerin düşüncelerinde yaşıyordu. Avrupa Birleşik Devletleri hümanist ve barışçı bir hayalin parçasıydı. Avrupa yüzyıllarca, sık sık yaşanan kanlı savaşlara sahne oldu. 1870-1945 yılları arasında Fransa ve Almanya üç kez savaştılar.. Birçok insan yaşamını kaybetti. Bu felaketler üzerine bazı Avrupa ülkelerinin liderleri, barışın sürdürülebilmesinin tek yolunun, ülkelerinin ekonomik ve siyasi yönlerden birleşmesi olduğu fikrine vardılar. Avrupa'da ulusal uzlaşmazlıkları aşabilecek bir örgütlenmenin kuruluşu İkinci Dünya Savaşı sırasında totaliter yönetimlere karşı savaşan direniş hareketlerinden kaynaklandı.
Yarım asırlık bir geçmişe sahip olan Avrupa Birliği, kuruluşunda çizilen geleceğin barış ve refah Avrupa’sı ideali doğrultusunda idari, yasal ve uygulamaya dönük yapısını oluşturmuş; hedefleri ve gereksinimleriyle bütünleşen politikaları belirleyerek uygulamaya geçirmiştir. Sürekli gelişmeye ve kendini yenilemeye yönelten dinamik yapısı, AB’yi dünyadaki diğer belli başlı aktörlerden farklı kılan bir model oluşturmaktadır. Birlik yaşamını şekillendiren ve yöneten bu model, her alanı kapsayan devasa müktesebatı ile kendi dilini yaratmaktadır.
Birlik dilinin tanınması halka daha yakın bir Avrupa’nın temelini oluşturmaktadır. Şüphesiz bu, gerek AB üyesi gerek aday ülkelerin vatandaşları için son derece önemlidir. Toplumsal bir proje olarak nitelendirdiğimiz AB tam üyeliği esasen siyasi, ekonomik ve sosyal yaşamı tüm yönleriyle etkileyen değerler ve kurallar bütününün bir sistem olarak yansımasıdır. Bu süreçte bütünleşmek aynı dili anlamayı ve paylaşmayı da içermektedir. 1999 Helsinki Konseyi’nde Türkiye’nin AB tam üyeliğine adaylığının teyit edilmesiyle ortaklık ilişkisinin son aşamasına girilmesi, ülkemiz açısından tüm yönleriyle bir toplumsal dönüşüm projesinin hayata geçirilmesini ifade etmiştir. Çok yönlü ve çok boyutlu Türkiye-AB entegrasyonunun, toplumun tüm kesimlerinin tam üyelik sürecine daha da yakınlaştırılmalarıyla başarılı bir şekilde tamamlanacağı açıktır. Avrupa Birliği ve Türkiye-AB ilişkileri konularındaki bilginin Türkiye genelinde tüm kesimleri kapsayacak şekilde yaygınlaştırılması bu amaca ulaşılmasındaki öncelik taşımaktadır. (1)
Türkiye’de belirli çevrelerce dile getirilen görüşe göre Avrupa Birliği Hıristiyan Birliği olduğu için Türkiye’nin AB’ye girmesi olanaksız görülmektedir. AB genişleme süreci içinde hiçbir aday ülke yarım yüzyıl AB kapısında bekletilmemiştir. Türkiye’nin, o zamanki ismiyle Avrupa Ekonomik Topluluğu’na “ortak üyelik” için başvuruda bulunmasının üzerinden 51 yıl, 1987 yılındaki “üyelik” başvurusu üzerinden de 22 yıl geçmiştir. Yarım yüzyıl Türkiye’nin AB’ye üye olamamasının nedenlerini bulmamız gerekmektedir. Karşılıklı tavizlerle bu süreç işlemeli midir? Sorusuna cevap aranmalıdır. Türkiye, Turgut Özal’ın ifadesiyle bu ince uzun yolda, günün birinde AB üyesi olma ümidiyle AB’nin tüm çifte standartlarını görmezden gelerek yükümlülüklerini yerine getirmeye çaba harcamıştır.(2)
Türkiye – AB ilişkilerini tarihsel geçmişe sahip olduğunu herkes bilmektedir. Asıl bilinmesi gereken Türkiye AB’ye üye olacak mı, eğer olacak ise hangi şartların yerine getirilmesi gerekmektedir. Avrupa Birliği Türkiye’den istediklerini her platformda, her zirve sonuç bildirgelerinde dile getirmektedir. Önümüze sunulan, yapmamız gereken gelişmeler şunlardır;
-Yargı Bağımsızlığı sağlanmalı, yasaların uygulamadaki eksiklikleri giderilmeli, yargının işleyişi güçlendirilmesi,
-Örgütlenme, ifade ve din gibi temel hak ve özgürlükler sağlanmalı,
-Asker-sivil ilişkisi AB normlarına getirilmeli,
-Güneydoğudaki durum ve kültürel haklar düzeltilmeli,
-Makro ekonomik durumun iyileştirilmesi için adımlar atmalıdır.
Türkiye, AB’ye girmek için AB’nin istediklerini yapmalı ve yapar ise ne ölçüde yapmalıdır tespiti yanlış bir analiz parametresidir. Türkiye’nin AB’ye girmesi konusunda öncelikli belirleyici, Türkiye’nin yaptıkları/yapacakları değil, aksine AB’nin politik, ekonomik, kültürel, sosyal ve jeopolitik ihtiyaçlarıdır. AB, bu konuda dürüst davranarak, Kopenhang Kriterleri çerçevesinde aday ülke kendisine düşen yükümlülükleri yerine getirmiş olsa, adayın AB’ye tam üye olması, AB içinde ekonomik ve sosyal sorunlara yol açıyor ise, adayın tam üyeliğinin gerçekleşmeyebileceği açıklamıştır.
Bu makalede asıl olarak Türkiye’nin AB’ye yarım asır boyunca neden giremediğini irdelemek olacaktır. Bu konu üzerine farklı perspektiflerden bakış açıları sunmak istiyoruz. Fransa Dışişleri Bakanlığı Danışmanı Oliver Roy’a göre ‘Türkiye’nin nüfusunun büyük çoğunluğunun Müslüman olması, Türkiye’nin- AB üyeliğinin Avrupa kamuoyu ve özellikle Fransa tarafından istenmemesinin sebebini oluşturmaktadır‘ demiştir. (3) Türkiye, AB için dönüm noktası olacaktır. Çünkü, Türkiye’yi AB’ye almakla topluluğun bu soruya net bir şekilde yanıt bulması gerekecektir : ‘ AB yalnızca ekonomik bir topluluk mudur yoksa bütünleşmiş ve kendi başına ekonomik, askeri ve politik bir güç mü olmak istemektedir ‘ AB bu sorulara cevap bulamadıkça Türkiye’nin AB’ye girişi zor gözükmektedir.(4)
Wall Street Journal’da yayınlanan bir yazıya göre Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşı çıkılmasındaki asıl neden Kıbrıs ya da siyasi reformlar gibi meselenin değil, ülke halkının yüzde 99’ unun Müslüman olması olduğu ve bu gerçek nedenin hiç konuşulmadığını belirtilmiştir.(5)
Bugün yaşanan bazı gelişmeler ışığında Türkiye Avrupa Birliği müktesebatını yerine getirmeye çalışmaktadır. Ancak kurulan Yeni Türkiye değerleri AB ülkelerinin paylaştığı değerlerden daha fazlasını temsil ediyor. Haksızlıklar karşısında sergilenen iki yüzlülüğü paylaşmayan, onun yerine kolektif vicdanın sesi olmayı tercih eden bir yaklaşımı dış politikasının asli unsuru yapmıştır Türkiye… Çifte standartlar da yeni Türkiye duvarına çarptığında daha kolay belli olmaktadır.
Türkiye, üzerine söylenmiş önemli biz söz vardır: ‘ Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar zengin bir ülkedir.’ Bu sözü Avrupalılar dile getirmektedir. Türkiye’nin zenginliğini anlayan yabancılar neden Türkiye’yi kendi aralarına almamaktadır. İşte asıl sorun burada başlamaktadır. Yukarıda yazdığımız görüşlerden ortaya çıkan sonuç Türkiye’nin genç ve dinamik nüfusu bulunması, vatan uğruna para almadan ölen tek millet olması, AB üyesi ülkelerinin hepsinin Hıristiyan olması gibi nedenler ülkemizin AB ile entegrasyonunu zorlaştıran iç nedenler olarak sayılabilir.
Türkiye’nin AB’ye girme süreci içinde özellikle müzakere tarihi alabilmek için uyum paketleri kapsamında, ulus-devlet anlayışını ve üniter yapısını yok edecek, bütünlüğünü tehlikeye düşürecek uygulamaları yeniden gözden geçirmelidir. AB’nin Türkiye üzerindeki hedefinin ulus-devlet yapısını değiştirmek olduğu ve bu nedenle müzakere raporlarında yer alan ve niyetlerini açığa vuran beyanlarından anlaşılan, aleyhimizdeki konulara karşı tavır alınmalıdır. AB’ye giriş süreci, onurlu ve güven kuşkusu taşımayacak bir şekilde tavizsiz yürütülebilmeli, olmuyorsa bu ilişkiye yeni bir yön verilmelidir. Geniş anlamda; AB’ye dahil edilecek bir Anadolu coğrafyası üzerinde, Türkiye Cumhuriyeti, ulus-devletinin var olduğu bir coğrafya olmayacaktır. Daha açık bir ifade ile, Anadolu coğrafyası, Yugoslavya gibi bir iç savaştan geçtikten sonra departmanlara ayrılacak ve parçaların bazıları veya tümü, federal bir yapı çerçevesinde AB’ye alınmak istenecektir.
Bütün bu süreçlerin Türkiye’yi getirmesi muhtemel olan üç nokta vardır : Birinci nokta, Türkiye’nin AB’ye 25 yıl sonra da olsa girmek için,etnik gruplara tanınmak üzere,önce kültürel,sonra politik özerkliği veya federal yapıyı kabul etmesidir.İkinci muhtemel nokta, Ankara’nın AB ile ilişkilerini bugünkü çizgi üzerinde bir süre daha devam ettikten sonra, devletin bu süreci durdurmak istemesi halinde veya bu sürece Türk vatandaşlarının bir bölümünün devletlerini kaybettiklerine inanmalarından ötürü tepki göstermeleri sonucunda,ülkenin bir iç savaşa sürüklenmesi ve parçalanmasıdır. Üçüncü muhtemel nokta ise bir iç savaştan sonra devletin yeniden şekillendirilmesi ile federal bir Türkiye’nin kurulmasıdır.
Sonuç olarak; Uzunca bir süre Türk Dış Politikası gündemin en önemli maddesini oluşturan AB ile ilişkiler konusu bırakın alt sıralara inmeyi neredeyse gündemin tamamen dışına çıktı. AB ile ilgili konulara ne devlet adamlarımızın ne siyasetçilerimizin açıklamalarında eskisi kadar rastlıyoruz. Bu durumun en önemli sebebi, AB üyeliği konusunda yitirilen umutlardır. Açılabilecek müzakere başlığı kalmayınca, UYUTMA işlemi tamamlanmış olacaktır. Acı ama gerçek; Türkiye bir adım atmadan Brüksel’de yaprak kımıldamayacaktır. BUGÜNLERDE HERKES, ERMENİSTAN PROTOKOLLERİNİN GELDİĞİ NOKTAYI KONUŞUYOR; PEKİ TÜRKİYE’NİN TEMMUZ 2005’TE İMZALADIĞI VE HENÜZ ONAYLAMADIĞI EK PROTOKOLÜN AKIBETİ NE? MÜZAKERELERİN TIKANMASININ TÜM KABAHATİ AB TARAFINDA MI ACABA?
Özetle, Türkiye ile Avrupa Birliği İlişkileri uzun ince bir yolda ilerlemektedir.Türkiye,kendine verilen ödevleri yerine getirebilecek mi ya da yarım asırdan sonra AB ile ilişkilere köprü mü atacak.Türkiye’nin bazı kesimler tarafından dile getirilen eksen değiştirmesi Avrupa Birliği ile ilişkilerde yeni bir dönemin başlayacağı anlamına mı gelmektedir? Ve en önemlisi Türkiye AB ile bütünleştikten sonra Egemenliğini engelleyen bir sürece mi girecek gibi cevaplaması zor ve önemli sorular ile bir yarım asır daha yoluna devam edeceğe görülmektedir.

Kaynaklar:
1-İktisadi Kalkınma Vakfı Yayınları, AB ve Türkiye İlişkileri sayfa 5
2-2010 Türkiye AB İlişkileri Açısından Dönüm Yılı Olacak. Prof. Dr. S.Rıdvan Karluk. Anadolu Üniversitesi(29.01.2010)
3-www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=43570
4-Mireille Sadege : Avrupa Birliği’ni Türkiye’ye getirmek-10.03.2008-radikal
5-lifeinbursa.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder