13 Ekim 2010 Çarşamba

KAMU DİPLOMASİSİ YOLUYLA YENİ BİR TÜRKİYE ALGISI

Süleyman GÖK**

Giriş
Uluslar arası ilişkiler disiplininin gelişim evrelerini incelediğimiz zaman bazı paradigmaların değiştiğini, yerini konjonktür el duruma uygun olarak bir takım yeni ideolojiler, hakim görüşler aldığını gözlemliyoruz. Dünya tarihinde bilimsel bilginin zamana ve mekâna göre değiştiğini, ihtiyaçların getirdiği zorunluluklar nedeniyle bir takım değişim evreleri olmuştur. Bu değişimlerden birisi Diplomasi diye nitelendirdiğimiz dış politika aracıdır.
Diplomasinin kökenleri; Mezopotamya, Eski Yunan ve Roma’ya kadar uzanmaktadır. İlk diplomasi kayıtlarına M.Ö 3000 yıllarında Mezopotamya’da rastlanmaktadır. Geleneksel diplomasi diye nitelendirdiğimiz 15.yy la kadar olan hâkim anlayışın 15.yy da daimi temsilciliklerin kurulmasıyla birlikte modern bir şekil almaya başlanmıştır. 19.yy sonu itibariyle her devletin dışarıda daimi temsilcilikleri vardı. 20.yy ile Küreselleşme akımının ortaya çıkması, geleneksel diplomasi anlayışının yanı sıra başka diplomasi türlerinin de ortaya çıkmasına neden oldu. Artık, devletlerarasındaki ilişkiden çok sivil toplum, öğrenciler arasındaki ilişkiler de görülmeye başlamıştır.
Günümüz uluslar arası ilişkilerinde, ulusal çıkarların savunulması artık bildiri, diplomatik üstünlük ve diplomatik muhtıra gibi geleneksel diplomasi yöntemlerinin çok ilerisine geçmiştir. Devletlerin artık sadece diğer hükümetleri veya uluslar arası örgütleri değil, yabancı kamuoylarını da hedefleyen politikalar geliştirmek zorunda oldukları bir döneme girilmiştir. Günümüz dünyasında bilgi, kültür ve iletişim diplomaside anahtar sözcükler haline gelmiştir. Bugün pek çok devlet, yabancı kamuoylarının gözünde olumlu imaj yaratmak amacıyla aktif kamu diplomasisi çalışmaları yürütmektedir.
20.yy dan sonra bölgesel ve küresel ilişkilerde etkili olmaya çalışan Türkiye, dış politikasını konjonktür el duruma göre tanımlayarak, bazı hedefler doğrultusunda kullanılabilir, güvenli araçlar seçmelidir. Türk Dış Politikasına yön veren ilkelere baktığımız zaman; ‘ Siyasi dia loğ, karşılıklı ekonomik bağımlılık, kültürel uyuma dayalı etkili diplomasi, Küresel aktörlerle tamamlayıcılık(BM, Rusya, ABD, AB), herkes için özgürlük, herkes için güvenlik, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak ve uluslar arası barış, istikrar ve kalkınmaya daha fazla katkı sağlama ‘’ ilkelerini hedef ve amaç edinildiğini görmekteyiz. Bu hedef ve amaçların oluşma sürecinde izlenmesi gereken yolu belirleyen en önemli etken, amaca nasıl ve hangi yöntemle ulaştığımızdır. Bunun neticesinde; Türkiye’nin uluslar arası ilişkiler bağlamında yaptığı veya yapacağı bir takım organizasyonlarda önemli bir hedefimiz olmalıdır. YENİ BİR TÜRKİYE ALGISI’ nı gerek devletler, gerek uluslar arası örgütler gerek ise uluslar arası kamuoyu ve baskı grupları tarafından hissettirmeye çalışmaktır. Bu algıya ise, geleneksel diplomasinin dar kalıplarından çıkıp kamu diplomasisi adını verdiğimiz karar alıcı mekanizmasına ülke kamuoyunu dahil etmek ise oluşacağı algısının oluşmaya başlaması gerektiğini düşünmeliyiz.
Kamu Diplomasisi, basitçe, bir hükümetin başka bir ulusun halkını ve aydınlarını bu ulusun politikalarını kendi avantajına döndürmek amacıyla etkilemeye çalışmasıdır. Birleşik Devletler, toplayabildiğimiz tüm beceri ve kaynaklar ile kamu diplomasisine eğilerek, sadece yabancı hükümetlere değil, onların halklarına da hitap edebilmelidir. 15-16 Eylül 1987 yılında Başkan Reagan’ın söylediği ve ‘’ İnanıyorum ki ülkemizin Kamu Diplomasisi büyük bir güç, dünya tarihine şekil verebilecek olan, elimizdeki en büyük bir güçtür. ‘’ beyanı kamu diplomasisinin gerekliliğini göstermektedir.
Kamu Diplomasisi’nin gelişip önem kazanmasında soğuk savaş döneminde yürütülen düşünce savaşlarının büyük etkisi bulunmaktadır. ‘’ Düşünceler dayanıklıdır, silahlarla veya bombalarla yok edilemezler. Uluslar arası sınırları ve okyanusları aşarlar. Onlarla ancak daha iyi düşünceler üreterek başa çıkılabilir. ‘’
21. yy da bilgi ve enformasyon devrinin yaşandığı, uygarlık tarihinin dönüm noktalarından biri olması, devletlerin de algılarını değiştirmesine neden olmuştur. Bu süreçte, kendini ve politikalarını daha iyi anlatan devletler daha kazançlı çıkacaklardır. Sıcak savaş ortamından sonra soğuk savaş diplomasisi anlayışının bir nebze yerini bırakmasını uluslar arası karar alıcı mekanizmaların ihtilaflarını yumuşak güç / kamu diplomasisi yoluyla çözmeye çalışması gösteriyor ki Türkiye’nin de bölgesel ve küresel sorunlarının çözüm yöntemlerinin değiştirmesi gerekliliğini göstermektedir. Bu süreçte enformasyon, kültür ve nüfus gibi beşeri güçlerini kullanabilen Türkiye sorunlarını başka bir perspektiften yaklaşarak ve kamu diplomasisinin nimetlerinden faydalanarak çözebilir.
Bir devlet politikası haline gelen ve Turgut ÖZAL’ ın ifadesiyle Türkiye-AB ilişkisini uzun ince bir yola benzetmesi durum üzerinde değerlendirmelerin yapılması gerekliliğini göstermektedir. Bugün açık ve net olarak görülmektedir ki uluslar arası ortam çok kutuplu bir düzene doğru kaymakla beraber geleneksel ideolojinin yerini çoğulcu yaklaşıma bıraktığını gözlemliyoruz. Bu bağlamda Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecindeki yanlış algılamaları, bütün suçun karşı tarafa atılmasının dışındaki eksikliklerin konuşulup tartışılması gerekmektedir. Yukarıdaki bilgiler ve veriler ışığında analiz yaptığımız zaman yeni bir Türkiye algısı yaratırken, başka ihtilafların olmaması gerekmektedir. Bu süreç çift taraflıdır. Ancak, bizim politikamızda kendimizi iyi anlatmamız gerekmektedir. Bugüne kadar gelinen süreçte bunun eksikliliğini görüyoruz. Avrupa Birliği sorunsalını Kamu Diplomasisi yoluyla yeni bir ortama kaydırabilir, çeşitli politika ve taktikler ile ilişkimizi şekillendirebiliriz.
Avrupa Birliği ve Türkiye, 50 yılı aşkın bir süredir ortak bir geleceği paylaşma iradesine sahiptir. Türkiye, 1959 yılında yaptığı başvurudan sonra, 1963 yılında AET ile üyeliğin açıkça öngörüldüğü bir ortaklık anlaşması imzalamıştır. Bu durum, AB’nin oluşmaya başladığı ilk yıllardan itibaren Türkiye’nin önemli bir stratejik role sahip olduğunu göstermektedir. 2005 yılında katılım müzakereleri başlamıştır. Katılım süreciyle birlikte hız kazanan siyasi, ekonomik ve sosyal dönüşüm süreci Türkiye’yi AB’ye her geçen gün biraz daha yakınlaştırmaktadır.
Bugün, hızla değişen küresel dinamikler ve ortak çıkarlar, Türkiye-AB bütünleşmesini her iki taraf bakımından giderek daha hayati ve vazgeçilmez kılmaktadır. AB, Türkiye’nin çağdaşlaşmasında anahtar bir role sahiptir. Türkiye’de AB’nin daha güçlü, daha güvenli ve daha istikrarlı bir geleceğe ulaşmasında anahtar rol oynamaktır. Avrupa’ nın küresel ekonomideki başarısında, Toplumsal dinamizminde, tarım ve çevre alanındaki sürdürülebilirliğinde, savunma ve güvenliğinde, enerji güvenliğinde, kültürel çeşitliliğinde ve küresel aktör rolünde kilit rol üstlenmektedir. Yukarıdaki saydığımız önemli unsurlar bağlamında kilit rol oynayan Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler neden istenilen durumda değildir? Bunun nedenlerini analiz edebilmek için tarafların gerek siyasal, gerek kültürel nedenlere ve en önemlisi ise yanlış algılamalar neticesinde oluştuğunu görmekteyiz. Avrupa Topluluğunun kimliğinin oluşmasında seçilmiş travma’ların önemi büyüktür. Kimlik, psikolojik bir durumdur. Kimliği değiştirmektense ölmeyi tercih ederler. AB için Türkiye’nin üzerine kurulduğu Osmanlı mirası devlet olması bu süreçte önemli bir etkendir. Türkiye açısından bakılırsa; din konusu, ermeni ve Kıbrıs sorunları, artan nüfus sayısı AB ile entegrasyonu zorlaştıran nedenlerdir. Ancak, Medeniyetler çatışması tezinin oluşmaması için geniş ve rahat Avrupa içi Türkiye gibi bir değerden yararlanılmalıdır.
Bu sorunların varlığı neticesinde bu sürecin sağlıklı ilerlemesi için ilk sayfalardaki verileri kullanarak bir sonuca ulaşabiliriz. Kamu Diplomasisi çerçevesinde yeni bir Türkiye algısını uluslar arası boyutta etkili biçimde göstermeliyiz. Bunun için neler yapabilir veya yapmalıyız? Kültürel çeşitliliğin olduğu, etnik ve dini öğelerin bir arada yaşadığı, demokratik ve laik bir devlet olan Türkiye’nin bu süreçte İletişim ve Algı Yönetimi üzerine bazı çalışmalar yapmalıdır. Kamu Diplomasisi yoluyla Avrupa Başkentlerinde kültürel birimlerin açılması, öğrenci alış-verişi gibi değişim programları, gençliğin bu sürece aktif katılımı ve gençlik politikalarının oluşturulması, Avrupa Gönüllülük Hizmeti gibi eğitim yoluyla Türkiye hakkında oluşan tabuları yıkmaya yönelik teşebbüsler ile sürece müdahale edilmelidir. Türkiye’yi AB’ye; AB’yi Türkiye’ye doğru anlatmanın yolu pro aktif dış politika ve Kamu Diplomasisi yoluyla gerçekleşebilir. AB nedir? Ne değildir? Bu gibi sorunsalları, yanlış algılamaları gidermek için lobicilik ve iletişim konularında yeterliliğe sahip olmak gereklidir. Eğer Avrupa Birliği gerçekten demokrasi ve insan haklarını savunuyorsa, Türkiye’yi almakta bir sıkıntı yaşamayacaktır.
Türkiye’nin Avrupa Parlamentosu, STK’lar, Genel Kamuoyu, Öğrenci ve Gençler, AB ülkelerindeki üniversiteler, Ülkemize gelen AB turistler, düşünce kuruluşları, basın, TV, sinema kitlelerini etkilemekte hedef öncelik seçmesi gerekmektedir. Bu süreçte vereceğimiz mesajlarda önemlidir. Türkiye’nin; kültürler arası köprü olma niteliği, Avrupa sistemi içerisinde yer alması, Avrupa Güvenliğine katkısı, Dış politika rolü ve ağırlığı, Medeniyetler ittifakındaki rol’ünün iyice anlatılması gerekilmektedir. Türkiye için ise; Avrupa Birliğinin yapı ve değerler olarak önemli olduğunu Türkiye için AB üyeliğinin bir çağdaşlaşma projesi olduğunu, çeşitli yanlış algılamaların giderilmesi için mesajlar ve katılım sürecinin ve üyeliğinin günlük hayata ve çeşitli kesimlere yarar sağladığını etkili iletişim teknikleri ile hedef kitleye doğru şekilde anlatması gerekmektedir.
Sonuç
Yeni bir Türkiye Algısı diye yola çıktığımız makalemizin sonucunda bir değerlendirme yapmak gerekirse, Eski Türkiye algısının ortadan kaldırılması ve bunun yolları üzerinde durulmuştur. Bu algının oluşmasındaki eksikliklerin tespit edilmesiyle yeni yöntem ve tekniklerle bu sürecin olumlu yöne kayması ve geçmiş paradigmaların kopması açısından en önemli yolun Kamu Diplomasisi olduğunu vurgulamaya çalıştık. Bilgi ve istihbarat, halkla ilişkiler, Küreselleşme, Müzakere ve temsil etmenin önemli hale geldiği dünyada Türkiye’nin de bu sürecin dışında kalması olanaksızdır.
Özet olarak, Kamu Diplomasisi yoluyla, pro aktif dış politikamızın iyice yerine oturacağını, geleneksel ve statükocu algılamaların yerini yenileşme, demokratikleşme ve küresel tekniklerin oluşmasına katkı sağlanması için yeni bir döneme girilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır.

** Selçuk Üniversitesi, İİBF, Uluslar arası İlişkiler,3.sınıf