25 Şubat 2011 Cuma

Ekonomi Zirvesi


Türkiye Gençlik Kurultayı ve Celal Bayar Üniversitesi Genç Yatırımcılar Kulübü'nün paydaşlığında 23-24-25 Mart 2011 tarihlerinde Şehzadeler Şehri olarak nitelendirilen Manisa'da düzenlenecek olan '' Gençler Ekonomiyi Tartışacak '' sloganı ile ortaya çıkan Ekonomi Zirvesi ülkemizin ekonomisi üzerinde gençlerin düşünceleri ile şekillenecektir.Vergi Konusundan,Bankacılık Sektörüne ve en önemlisi ise 2023 Ülkemizin hedeflerinin artılarının ve eksilerinin tartışıldığı bir ortam olması bakımından ülkemiz açısından son derece önemli rol oynayacaktır.

Türkiye Gençlik Kurultayı yaptığı ve yapacağı etkinlikler ile ülkemizde gündem belirlemeye ve gündemi takip etmeye her zaman devam edecektir.Farklı politikalar ve stratejiler üreterek, Anadolunun zengin kültür ve medeniyetlerine ev sahipliği yapan şehirlere pozitif ayrımcılık ilkesi uygulayarak birçok anadolu şehrinde ülkemizin tartışılan sorunları hakkında beyin fırtınası gerçekleştirecektir.Bu bağlamında Türkiye'nin Dört Bir yanında gelen arkadaşları bünyesinde barından Türkiye Gençlik Kurultayı bünyesinde sağladığı birlik ve beraberliğin, tüm ulus ve ülke çapında yayılması için çalışmalarına devam edecektir.

Ülkemizin yapısal sorunlarının olduğu bir realitedir. Bu sorunların başında ekonomi gelmektedir.Çünkü biliyoruz ki ekonomi ve siyaset birbirini tamamlamaktadır.Ekonomik sorunların olduğu yerde; demokrasi,insan hakları ve özgürlük gibi demokratik hayatın ve çağdaş liberal teorilerin olanağının bulunması ve yerleşmesi mümkün değildir.Bunun bilincinde olan Türkiye Gençlik Kurultayı Gönüllüleri Çanakkale'de yaptığı Yerel Yönetimler Zirvesi'nden sonra Manisa Celal Bayar Üniversitesinde Ekonomi konusunu masaya yatırarak ülkemizin kanayan yaralarına bir bir çözüm yollara bulmaya çalışacaktır.Bu etkinliklerin sonuç metinleriyle birlikte karar alıcı mekanizmalara gençliğin sesinin duyurulmasının çok önemli olduğu aşikardır. Mart ayında Ekonomi Zirvesinde yapılan tartışmalar sonucunda ortaya çıkan görüş ve düşünceler bizlerin geleceğimizin şekillenmesinde son derece önemli rol oynamaktadır. Ekonomik istikrarsızlığın olduğu bir yerde; siyasi kaos, hukukun yeterince işlememesi ve anarşinin boy göstermesi gibi olumsuz sonuçları beraberinde getirecektir.Onun için buradan konuya ilgi duyan arkadaşlarımıza bir duyuru yapmak gerekirse; ülkemizin en önemli ve güncel meselelerinin tartışıldığı bir platform olan Türkiye Gençlik Kurultayı'nın etkinliklerine hepinizi bekliyoruz. Bu noktada Ekonomi Zirvesine belirtilen tarihlerde başvurularınızı özenle ve istekle yaparsanız geleceğe ülkemiz ve gençler adına daha emin ve sağlam adımlarla yürümüüş olacağız.

Gençlerin apolitik ve depolitizasyon'dan kurtulmalarını, artık sivil demokratik hayatın bir parçası olarak seslerimizi bilimsel çalışmalar ile duyurmak bakımından bu gibi etkinliklerin önemi yadsınamaz.Bunun için diyoruz ki,21.yüzyıl Türkiyesinde illegal,yasadışı faaliyetlerin bir parçası olmak yerine, Gazi Mustafa Kemal'in de biz gençlere önerdiği gibi Aydınlanmacı,bilimsel bilgiler ışığında,akıl ve mantık ilkeleri çerçevesinde çalışmalar yapmak,sonuçlarının tartışıldığı ve en önemlisi ise demokratik hayatımızın gelişmesini istiyorsak Popper'in dediği gibi Eleştirel Akıl'ın gelişmesi ve yaygınlaşmasına olanak sağlamalıyız.

Özetle; Türkiye Gençlik Kurultayı yapacağı Ekonomi Zirvesi ile yine ülkemizde var olduğunu gösterecektir.Her türlü ayrımcılığa ve ötekileştirmeye karşı olan duruşu ile, birlik,beraberlik ve en önemlisi Önce Ülkemiz ilkesi ile çalışmalarına devam edecektir.Türkiye Gençlik Kurultayının bu etkinliği gerçekleştirmesinde önemli etkisi olan Celal Bayar Üniversitesi Genç Yatırımcılar Kulübüne, yönetim kuruluna ve tüm gönüll arkadaşlarıma buradan teşekkür ederim.23-24-25 Mart 2011 tarihlerinde Şehzadeler Şehri Manisa'da tüm gönüllülerimiz ve arkadaşlarımız ile görüşmek dileğiyle...

Süleyman GÖK
Türkiye Gençlik Kurultayı AR-GE Koordinatörü

16 Şubat 2011 Çarşamba

HUZUR!

Yoğun siyasi çekişme ve kavgaların arasında huzur gibi kelimenin anlamını herhalde hepimiz unuttuk ya da hasret kaldık. Ülkemizde huzur, mutluluk ve saygının nasıl yerleşeceğine olan inancımız hep var idi ve bundan sonra da devam edecek. Ancak bunun yolu nasıl olacak, hangi yöntemler kullanılarak ülkemizdeki insanların birbirlerine karşı sevgi ve saygıyı üst tutmalarına yol açabilecek bu gibi tartışmalar bundan sonra ülkemiz gündeme sıkça gelmesini düşünmekteyim. Bu yazımda gündemden biraz uzaklaşarak ve sanal siyasi kaygıları bir tarafa bırakarak ülkemizdeki en büyük yapısal sorun olan insanların birbirlerine karşı tahammülsüzlüğünü ve saygılarının azalmasının nedenlerini, bunun sonucunda da bir takım öneriler ile yazıma son vereceğim. .
Öncelikle toplumsal bir sorun olan saygı ve sevginin azalmasının elbette ki nedenleri bulunmaktadır. Dünyamızda nedensiz bir şeyin olacağını kimse düşünmemektedir. Peki, bu nedenlerin sonucunda toplumsal bozukluk, anarşi ve terör gibi istemediğimiz olayların ortaya çıkmasını görmekteyiz. Peki, bunların ortaya çıkmasındaki en büyük neden nedir diye bir soru soracak olursak eminim ki hepimiz birbirinden farklı yanıtlar verecektir. Tabi bu normal karşılanmalıdır. İnsanların hepsinin aynı düşünceden, aynı tornadan çıkmasını beklememiz normal bir düşünce şekli değildir. İşte tam bu noktada sorunun asıl kaynağı ortaya çıkmaktadır. Farklı düşüncelere karşı tahammülsüzlük… Bu sorunun en önemli ve belki de en can alıcı nedenidir. Herkes doğru bildiğini, karşısındakilerin yanlış yaptığını düşünmektedir. Ama hiç kimse kendi kendini eleştirme cesaretinde bulunmamaktadır. Bir kişinin gerek kendini gerek ise başkalarını eleştirmekten korkması büyük toplumsal sorunlara yol açmaktadır. Bunun sonucu ise kargaşa, terör ve anarşidir. Bu noktalara gelene kadar insanlar her şeyi biliyorum havasından çıkıp farklı duygu ve düşüncelere saygı gösterip, onlara değer vererek dinlese hiçbir sorun kalmaz. Bu sadece Türklere özgü bir sorun değil, küresel bir sorun haline gelmiştir. Tahammülsüzlük… Ben yanlış bilebilirim, sen doğru bilebilirsin sonucunda ortak bir paydada doğruya ulaşabiliriz anlayışı ne zaman yerleşir işte o zaman HUZUR’ a kavuşmuş oluruz.
İkinci bir neden ise yukarıda da kısmen bahsettiğim gibi eleştiriden yoksun bir toplum oluşumuzdan kaynaklanmaktadır. Sadece kendi dünya görüşümüze uygun kişileri okuyup, onları dinlemek bize her zaman haz vermiştir. Ancak bizim dışımızda da bir dünyanın olduğunu unutmamamız gerekir. Kendi fikrinden, düşüncenden insanlarla iyi geçinmek toplumun geneli itibari ile içi geçinebilme anlamına gelmemektedir. Farklı seslere, düşüncelere olanak sağlamak,onların yaşaması için yaşam hakkı sunmak demokrasilerin ve insan haklarının en önemli yanını oluşturmaktadır.Onun için diyorum ki eleştirmekten ve eleştirilmekten korkmayın. Birisi sizin yanlışınızı yüzünüze söylediği zaman onunla ilişkinizi kesmek yerine, bir yerde oturup hatayı düşünmeyi öğrenmelisiniz. Bunu yaptığınız, yaptığımız sürece hayatta daima başarıya ve huzura giden yolu aralamış oluruz.
Üçüncü bir nokta ise eleştirel akılcılığın yaygınlaşmamız olmasıdır. Her türlü bilgiyi araştırmadan kabul etmek ve başkalarının aklıyla düşünmek çok tehlikeli bir davranıştır. Her insan aynı şeyi düşünmeyebilir ve bundan doğal bir olgu yoktur. Bir insanı sever ve sayabilirsiniz fakat onların aynısını düşünmek zorunda değilsiniz. Önünüze gelen her bilgiyi okumadan tasdik ederseniz, kendi benliğinizden vazgeçmiş olursunuz. Doğru bir tanedir. Ve bu doğruya giderken çok seçenek arasından seçimler yaparız. İşte doğru ve yanlışı her zaman eleştirmeli ve sorgulamalıyız. Düşünen, üreten bir toplumun vazgeçilmez yolu eleştirmekten ve eleştirel aklı, sorgulamayı öğrenmekten geçmektedir.
Sonuç olarak, bütün insanlar evrensel bir şekilde bazı hak ve ödevlere sahiptir. Ancak toplumsal sorunların meydana gelmemesi için yukarıda saydığım birkaç unsuru yaptıkları takdirde gerek kendi hayatları gerek ise toplumsal düzenin nasıl değiştiğini göreceklerdir. Son olarak hiç kimse kendini değerlendirmekten, eleştirmek ve eleştirilmekten korkmasın. Eleştirinin olmadığı yerden yeni bir bilginin, yeni bir objenin çıkması beklenemez. En azından tarihsel arka planına baktığımız zaman bu teoriyi görmekteyiz. Onun için bu yazıyı okuduktan sonra biraz düşünüp kendimizi sorgulamaya başladığımız zaman hayatımızın bütün ekseni değişecek daha farklı bir dünyada yaşamaya başlayacaksınız.

Küreselleşme ve Kültür Bağlamında ‘’ Modernite ‘’

20.yüzyılın sonu ve 21.yüzyıl da yaygınlık kazanan küreselleşme, günümüz dünyasını şekillendirmeye devam etmektedir. Küreselleşmenin tarihsel arka planına baktığımız zaman insanlık tarihi ile eşdeğer olduğunu görürüz. Merak, hırs, seyahat, gibi hususların olduğu dünyamızda küresel ilişkiler, devlet ve bunun yanında kültürler arasındaki ilişki ve etkileşimler giderek güçlenmiştir. Küreselleşmeyi statik bir olgu olarak değil her zaman dinamik bir sistemde incelemek gerekmektedir. Tacirlerin, misyonerlerin, göçmenlerin tarihteki pozisyonları küreselleşmenin bir dinamik süreç olduğunu göstermektedir.
Küreselleşme, birçok tanımının yanında bir farkına varma sürecinden bahsetmektedir. Bu süreç kaçınılmaz olarak daha önceki ezberlerimizin hepsini bozmasak bile yeniden gözden geçirmemizi gerekli kılar. Küreselleşme ile modernite’nin getirmiş olduğu en büyük form ulus-devlet metaforunun sorgulanması bu bağlamda değerlendirilebilir. Ulus ve ulus devlet oluşumlarına baktığımızda modernitenin görüngüleri olduğunu fark ederiz, öte yandan ulus devletin bir siyasal form olarak yeryüzünde yaygın bir kabul görmesi ve yer küremizi şekillendirmesi küreselleşmenin bir sonucu olarak tezahür etmiştir. Dolayısıyla, kaçınılmaz olarak küreselleşme uluslar arası ilişkilerin doğuşuna neden olmuştur.
Küreselleşme ile birlikte geleneksel unsurlar yeni bir forma dönüşerek tarihteki yerlerini almıştır. Bu sürecin en önemli tetikleyicisi ekonomik alt yapının bu süreçteki belirginliğidir. Lenin’in dediği gibi ‘’ siyaset, ekonominin kristal aynasıdır.’’ Ve Marks’ın ‘’ alt yapı-üst yapı ilişkisi ‘’ teorileri değerlendirildiğinde meydana gelen kültürel, siyasal, toplumsal dönüşümlerin alt yapısında ekonomik etkinin olduğu yatmaktadır. Bu süreç ile birlikte toplumsal ilişkilerden, siyaset, ekonomiden, bilgi-iletişime kadar birçok dönüşüm gerçekleşti, gerçekleşiyor. Ancak, bu makalede genel olarak vurgulanacak olan küreselleşme ile modernitenin ‘’kültür’’ üzerindeki etkisi ve küresel köy metaforu üzerinde odaklanılacaktır.
Modernitenin açıkça küresel bir zafer kazandığı anda eskiden hiç olmadığı kadar ciddi bir biçimde sorgulanıyor olması, zamanımızın en büyük ironisidir. Eğer küreselleşmenin herhangi bir anlamı varsa, bu toplumların kapitalizmin ekonomik, politik ve kültürel bütün sonuçları ile birlikte, küresel olarak kapitalist bir modernite içinde bütünleştirmesidir. Son yıllarda yaşanan gelişmeleri değerlendirdiğimizde 16.yüzyılda ortaya çıkmış, düşüncesini aydınlanma felsefesinden, ideolojisini Fransız İnkılâbından ve ekonomik alt yapısını sanayi devriminden alan modernitenin sorgulanıyor olması farklı moderniteleri tanımamıza yol açmaktadır. Bugün tartışılan küresel modernite, küresel köy kavramları bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Modernite her zaman küreselleştiriciydi ancak önünde iki engel vardı ki küresel bir proje haline gelmesine olanak tanımayan. Bunları Arif DİRLİK, ‘’ sömürgecilik ve sosyalizm’’ olarak tanımlamaktadır.
Küreselleşmenin geleneksel dönemleri ortaya çıkardığı, küresel bir kültürün, evrensel değerlerin olduğu bir dünya mümkün mü? Sorusuna cevap aramaya kalktığımızda karşımızda sorunlar yumağı olduğunu görüyoruz. Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezinde de belirttiği gibi ‘’ dünya tarihinin sona ermesi değil, insanoğlunun ideolojik evriminin son noktasına ulaşması ve beşeri yönetim biçiminin son evresi olan Batılı liberal demokrasinin evrenselleşmesi anlamında tarihin sonuna tanıklı etmekteyiz.’’düşüncesi ne kadar gerçektir. Samuel Huntigton’un Medeniyetler Çatışması çalışmasında da gördüğümüz gibi artık dünya ideolojik olarak değil etnik ve dini temelli bölünmüş durumdadır. Bu durum yeni bir savaş türünü ortaya çıkarmıştır. FAY HATTI SAVAŞLARI… 11 Eylül 2001 Dünya Ticaret Merkezine yönelik terörist saldırının altında yatan en büyük neden kültürlerin canlanması ve etnik temelli çatışmalara ortam hazırlamasıdır. Bugün siyasi sınırların küreselleşme ile birlikte ne kadar aşındığını söyleyebiliyorsak bir o kadar da kültürel fundemantalizmlerin canlanmasına eşlik eden kültürel sınırların katılaşması olduğunu da söyleyebiliyoruz. Küreselleşme söyleminin sürekli gözden kaçırılan bir yönü küreselleşmenin yarattığı kültürel çelişkilerdir.
Zamanımız, modernleşme söylemi tarafından tarihin çöp sepetine gönderilen gelenekler ve ideolojilerin, küresel ilişkilerin yeniden güçlenerek ve Avrupa merkezciliğin reddiyle meşrulaştırılarak intikam için geri geldikleri bir tersine dönüşler zamanıdır. Bunun bir örneği Çin deki Konfüçyüscü canlanmadır.
Yukarıdaki eleştiriler ışığında küreselleşme ve moderniteyi incelediğimizde bugünün dünya politikasına yön verenlerin kültürel medeniyet, küresel modernite gibi kavramların içini nasıl dolduracakları akıllarda soru işaretidir? 11 Eylül 2001’den sonra yukarıdaki tartışmalar acili yet kazandı. Neredeyse bir gecede uygarlıklar çatışması dünya politikasına damgasını vurdu. Bunların yaşanmasının en büyük nedeni küreselleşmenin ya da modernitedir. Wallerstein’ın da Modern Küresel Sisteminde belirttiği gibi merkez, çevre ve yarı çevrenin oluşması, yerel bölgesel ve küresel eşitsizliklerin doğmasına ve bazı sorunların oluşmasına neden olmuştur.
Sonuç olarak; Anthony Giddens’ın küreselleşmeyi ‘’ modernitenin rüştünün ispatı ‘’ olarak görmesi ve küreselleşme, modernitenin görünen yüzü olması; küreselleşme ile modernleşme bağlamında kültürel sorunların modernite ile ele alınmasına neden olmaktadır. Durumun vahameti ve aciliyeti yukarıdaki bilgiler ışığında ortadadır. Günümüzde kimlik oluşumların olduğu, öteki’lerin varlığı, etno-milliyetçilerin, yerel ve küresel terör örgütlerinin küresel güçleri tehdit etmesi modernitenin bir tezahürüdür. Ekonomik olarak yoksul bırakılan kesimler kullanılmaya hazırdır. Eşyanın tabiatı gereği bu bir realitedir. Avrupa Birliği içindeki kimliklerin oluşum ve Çok kültürlülük temelinde olmayıp, öteki yaratmaları bu sürecin parçalarıdır. Dünya eğer küresel bir köy, medeniyet olacaksa ben ve diğerleri ayrımı yapılmadan küresel bir proje ile yeniden kurma sürecine başlanılmalıdır. Aksi takdirde küreselleşmenin getirdiği olumlu yanların bir faydasının olmayacağı aşikârdır.

Süleyman GÖK
Selçuk Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü