16 Şubat 2011 Çarşamba

HUZUR!

Yoğun siyasi çekişme ve kavgaların arasında huzur gibi kelimenin anlamını herhalde hepimiz unuttuk ya da hasret kaldık. Ülkemizde huzur, mutluluk ve saygının nasıl yerleşeceğine olan inancımız hep var idi ve bundan sonra da devam edecek. Ancak bunun yolu nasıl olacak, hangi yöntemler kullanılarak ülkemizdeki insanların birbirlerine karşı sevgi ve saygıyı üst tutmalarına yol açabilecek bu gibi tartışmalar bundan sonra ülkemiz gündeme sıkça gelmesini düşünmekteyim. Bu yazımda gündemden biraz uzaklaşarak ve sanal siyasi kaygıları bir tarafa bırakarak ülkemizdeki en büyük yapısal sorun olan insanların birbirlerine karşı tahammülsüzlüğünü ve saygılarının azalmasının nedenlerini, bunun sonucunda da bir takım öneriler ile yazıma son vereceğim. .
Öncelikle toplumsal bir sorun olan saygı ve sevginin azalmasının elbette ki nedenleri bulunmaktadır. Dünyamızda nedensiz bir şeyin olacağını kimse düşünmemektedir. Peki, bu nedenlerin sonucunda toplumsal bozukluk, anarşi ve terör gibi istemediğimiz olayların ortaya çıkmasını görmekteyiz. Peki, bunların ortaya çıkmasındaki en büyük neden nedir diye bir soru soracak olursak eminim ki hepimiz birbirinden farklı yanıtlar verecektir. Tabi bu normal karşılanmalıdır. İnsanların hepsinin aynı düşünceden, aynı tornadan çıkmasını beklememiz normal bir düşünce şekli değildir. İşte tam bu noktada sorunun asıl kaynağı ortaya çıkmaktadır. Farklı düşüncelere karşı tahammülsüzlük… Bu sorunun en önemli ve belki de en can alıcı nedenidir. Herkes doğru bildiğini, karşısındakilerin yanlış yaptığını düşünmektedir. Ama hiç kimse kendi kendini eleştirme cesaretinde bulunmamaktadır. Bir kişinin gerek kendini gerek ise başkalarını eleştirmekten korkması büyük toplumsal sorunlara yol açmaktadır. Bunun sonucu ise kargaşa, terör ve anarşidir. Bu noktalara gelene kadar insanlar her şeyi biliyorum havasından çıkıp farklı duygu ve düşüncelere saygı gösterip, onlara değer vererek dinlese hiçbir sorun kalmaz. Bu sadece Türklere özgü bir sorun değil, küresel bir sorun haline gelmiştir. Tahammülsüzlük… Ben yanlış bilebilirim, sen doğru bilebilirsin sonucunda ortak bir paydada doğruya ulaşabiliriz anlayışı ne zaman yerleşir işte o zaman HUZUR’ a kavuşmuş oluruz.
İkinci bir neden ise yukarıda da kısmen bahsettiğim gibi eleştiriden yoksun bir toplum oluşumuzdan kaynaklanmaktadır. Sadece kendi dünya görüşümüze uygun kişileri okuyup, onları dinlemek bize her zaman haz vermiştir. Ancak bizim dışımızda da bir dünyanın olduğunu unutmamamız gerekir. Kendi fikrinden, düşüncenden insanlarla iyi geçinmek toplumun geneli itibari ile içi geçinebilme anlamına gelmemektedir. Farklı seslere, düşüncelere olanak sağlamak,onların yaşaması için yaşam hakkı sunmak demokrasilerin ve insan haklarının en önemli yanını oluşturmaktadır.Onun için diyorum ki eleştirmekten ve eleştirilmekten korkmayın. Birisi sizin yanlışınızı yüzünüze söylediği zaman onunla ilişkinizi kesmek yerine, bir yerde oturup hatayı düşünmeyi öğrenmelisiniz. Bunu yaptığınız, yaptığımız sürece hayatta daima başarıya ve huzura giden yolu aralamış oluruz.
Üçüncü bir nokta ise eleştirel akılcılığın yaygınlaşmamız olmasıdır. Her türlü bilgiyi araştırmadan kabul etmek ve başkalarının aklıyla düşünmek çok tehlikeli bir davranıştır. Her insan aynı şeyi düşünmeyebilir ve bundan doğal bir olgu yoktur. Bir insanı sever ve sayabilirsiniz fakat onların aynısını düşünmek zorunda değilsiniz. Önünüze gelen her bilgiyi okumadan tasdik ederseniz, kendi benliğinizden vazgeçmiş olursunuz. Doğru bir tanedir. Ve bu doğruya giderken çok seçenek arasından seçimler yaparız. İşte doğru ve yanlışı her zaman eleştirmeli ve sorgulamalıyız. Düşünen, üreten bir toplumun vazgeçilmez yolu eleştirmekten ve eleştirel aklı, sorgulamayı öğrenmekten geçmektedir.
Sonuç olarak, bütün insanlar evrensel bir şekilde bazı hak ve ödevlere sahiptir. Ancak toplumsal sorunların meydana gelmemesi için yukarıda saydığım birkaç unsuru yaptıkları takdirde gerek kendi hayatları gerek ise toplumsal düzenin nasıl değiştiğini göreceklerdir. Son olarak hiç kimse kendini değerlendirmekten, eleştirmek ve eleştirilmekten korkmasın. Eleştirinin olmadığı yerden yeni bir bilginin, yeni bir objenin çıkması beklenemez. En azından tarihsel arka planına baktığımız zaman bu teoriyi görmekteyiz. Onun için bu yazıyı okuduktan sonra biraz düşünüp kendimizi sorgulamaya başladığımız zaman hayatımızın bütün ekseni değişecek daha farklı bir dünyada yaşamaya başlayacaksınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder