24 Haziran 2010 Perşembe

KÜRESEL TERÖR BAĞLAMINDA TÜRKİYE’NİN DURUMU






GİRİŞ:
Dünyanın kurulmasından ve ilk insanların ortaya çıkmasından itibaren çıkar, iktidar, güç mücadelesi 21. YY ’ a kadar süregelmiştir. Bu realitenin böyle olmasında insanlar arasındaki ilişkilerden, bölgesel veya küresel sisteme en önemlisi psikolojik parametrelerin önemi vardır. İnsanlar arasındaki güç ve iktidar ilişkisinin varlığı toplumsal ve küresel anlamda düzenin bozulmasına yol açmaktadır. Bunun sonucunda anarşi dediğimiz olgunun ortaya çıktığını tespit ediyoruz. Anarşi’nin ortaya çıkmasından sonra toplumsal huzurdan, hukuktan ve insan haklarından bahsetmek mümkün değildir. Bundan sonra sivil itaatsizlik dediğimiz otorite sahibi olan ve her türlü gücü bünyesinde bulunduran ulus devlet’e karşı bir silahlı mücadele başlatılır. Tam bu noktada Küresel Terör ve Terörizm dediğimiz olgu ve kavramın varlığını görmeye başlarız. Özetle; bu çalışmamızda Küresel Terör ve Terörizm’in Türkiye’nin ulusal güvenliği bağlamında incelenmesi ve analitik bir değerlendirmesi yapılması amaçlanmıştır.
Terörizmi Tanımlamak:
Terör, siyasi maksadı elde etmeye yönelik, halkta veya halkın belli bir kesiminde korku ve dehşet oluşturmak için başvurulan vasıtayı yani cebir ve şiddeti, cebir ve şiddetin kullanılacağına ilişkin güncel tehdidi ifade etmektedir. Terör ile terörizm farklı kavramlardır. Terörizm; siyasal amaçlar için örgütlü, sistemli ve sürekli terör kullanmayı yöntem olarak benimseyen bir strateji anlayışıdır.
Terör ve Terörizm kavramları arasındaki ayrımı belirttikten sonra terör ve terörizm’in amaçları üzerinde durmak gerekir. Her terör örgütünün benimsediği amaç ve stratejiler farklılık gösterir. Bunları genel olarak sıralamak gerekirse;
-Dikkat çekmek,
-Kargaşa yaratmak,
-Taraf olma çağrısı,
-Toplum Direncini Zayıflatmak, Baş eğdirmek,
Yöntemleri ise;
-Psikolojik savaş,
-Propaganda,
-Eylemler,
-Suç örgütleriyle organize birliktelik kurmaktır.
Terörün incelenmesi sırasında ihmal edilen ve daha sonraları üzerinde konuşulan bir kavramın varlığı bu konumda önemlidir. Terörün uluslararalılaşması parametresi, küreselleşme ve terör boyutlarında değerlendirmeye alınmaktadır. Geçmişteki terörist gruplar ve eylemleri sınırlı boyutlardaydı. Ancak 20.yy ortalarından itibaren diğer güvenlik meseleleri gibi terörizm de daha transnasyonel bir hale bürünmeye başladı. Bugün ise terörizm sahip olduğu network ve şiddet araçları ile 17.yy da tesis edilen devletlerarası sistemin dinamiklerine meydan okuyor? Küreselleşme güvenlik algılamalarını, tüm dünya toplumunun güvenliğini derinden etkileyerek uluslar arası terörizmin bu denli yaygın bir görüngü olmasında başat rol oynamıştır. Bugün terörist örgütler, devletler, bireyler, sivil toplum kuruluşları, bankalar ve diğer organize suç örgütleri tarafından finanse edilmektedir. Özetle; uluslararası terör örgütleri Uluslar arası İlişkilerin önemli aktörlerinden biri olurken, terörle mücadelede devletlerin temel dış politika stratejisi olarak benimsemiştir.
Türkiye’nin Güvenlik Algılamaları Boyutunda Terörle Mücadele Konsepti
Türkiye’nin son 26 yıldır kanayan yarası haline gelmiş olan Bölücülük, şimdiki ismi ile etnik esasa dayalı federalleştirme sorunu ülkemizin güvenlik stratejilerini oluşturmaktadır. İç Güvenlik dediğimiz zaman aklımıza; 1984 yılında ilk eylemini yapan ve şiddetini zaman zaman arttırıp, zaman zaman azaltan bir ivme ile devam ettiren PKK terör örgütü gelmektedir. Yaşanan son gelişmeler ışığında ve geçmişte bu örgüte karşı nasıl mücadele edilmiş ve edilmekte, yapılan yanlış algılamalar sonucunda 21.yy da Türkiye’nin ulusal güvenlik zafiyetini gözler önüne sermek istiyoruz. Öncelikle, PKK’nın ne olduğundan bahsetmek, daha sonra Türkiye’nin Güvenlik Algılamaları Boyutunda Bölücülük konusuna değinilecektir.
PKK terör örgütünün siyasi hedefi nedir; Türkiye’yi parçalamak ve Kürdistan’ı kurmak yani Bizans’ın çocuklarının 80 yıl önceki hedefi. 80 yılda Türkiye’yi bu trajik noktaya getirmeyi nasıl başardılar? Özal siyaseti Kürt sorununu yarattı, otonom Kürt devleti’ nin temelini attı ve 1991’ de karşımıza sayıları 25 bini bulan bir silahlı PKK terörünü çıkardı. Terörle 1984 te başlayan mücadeleye baktığımızda Özal siyaseti sonucu bu siyasetin temelinin atılmış olduğu, Özal siyaseti sonrasında Çekiç Güç’le sayıca ve silahça çok bir PKK terör örgütünün yaratılarak terörün zirveye çekilmiş olduğu, bu şiddet ortamının bölücü zihniyetlerce Türk-Kürt ayrımcılığının yapılmasına neden olduğu söylenebilir.
Günümüze doğru geldiğimizde ise terör örgütünün artık siyasallaştığını görmekteyiz. Ve sonuçta ‘ PKK Ne İstiyor? ‘ sorusunu sorma gereksinimi duyuyoruz. Kürt açılımı, demokratikleşme ve yol haritası söylemlerinin havada uçuştuğu ancak siyasetçisinden devlet yöneticisine, uzman’ından akademisyenine kadar hiçbir kesimin yurttaşın kafasındaki soruları gideremediği bir dönemde bu olayların tarihsel arka planlarına ve realist bir bakış açısına sahip olmak kaydıyla oluşturulmak istenen düzene karşı, ulusal güvenlik stratejilerini bilmemiz gerekmektedir.
Yukarıdaki açıklamaların ışığında terör, belirli siyasi amaçlara ulaşmak için devlet otoritesini zayıflatarak taviz almaya yönelik şiddet hareketidir. PKK terör örgütü de bu maksatla hareket eden bir silahlı propaganda aracıdır. Hedef; devlet otoritesini zayıflatmak siyasi amacını iç ve dış kamuoyu gündemine taşımak, devletten tavizler koparmak ve hareketi siyasi alanda devam ettirmektir. Etnik esasa dayalı bölücülük yapanlar, silahlı propaganda aracı olarak kullanılan terörü ve siyaseti birbirini destekleyecek şekilde kullanmakta ve konuyu kamuoyuna kabul ettirmeye ve ortamı uygun hale getirmeye çalışmaktadır. Siyaset yolu ile yapılan bölücülük terörden çok daha tehlikelidir. Bu tehlike hem iç siyaset, hem de dış siyaset açısından geçerlidir. Devletin; PKK terör örgütü, bölücü siyaset yapan siyasi partiler ve siyasetçiler, ABD, AB ve kısmen de Irak’ın Kuzeyindeki yerel yönetimin isteklerini karşılamaya yönelik tavizler vermesi için yoğun bir psikolojik operasyonla karşı karşıya bulunduğu aşikârdır. Bu gelişmelerin güvenliğimizi, varlığımızı bütünlüğümüzü ve ulus devlet yapımızı orta ve uzun vadede tehlikeye düşüreceği değerlendirilmektedir.
Etnik esaslı bölücülüğün ve bunun silahlı propaganda vasıtası olan bölücü terörün önlenmesi için tedbirlerin uzun vadeli olmasına ve bu tedbirlerin hem içeride hem de dışarıda alınmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
İç Tedbirler:
-Devlet otoritesinin tam olarak sağlaması ve devam ettirilmesi,
-Yargının ve kanunların etkili kılınması,
-Bölgede eğitim seferberliği uygulaması,
-Türkçe kursları ve okul öncesi eğitim,
-Nüfus Planlaması,
-Ekonomik açılımlar, teşvikler ve istihdam olanakları sağlanması,
Dış Tedbirler:
-Diplomatik atakların arttırılması,
-AB ile ilişkilerde yeni dönemin başlatılması,
-ABD ile ilişkilerin yeni bir çerçeveye oturtulması,
-Komşu ve bölge ülkeleri ile ilişkilerin sürdürülmesi.
GENEL DEĞERLENDİRME ve SONUÇ
Genel olarak çalışmamızı değerlendirdiğimizde, 11 Eylül saldırıları sonucunda terörizmin uluslar arası boyutlarda algılandığı, Küreselleşme ve terör algılarının birlikte ele alınarak uluslar arası ilişkiler disiplinin birer parçası olduğunu analiz etmekteyiz. Uluslar arası sistemde devletin temel aktör olarak son bulduğu, ulus devlet anlayışını yıkmak ve yeni bir takım bölgesel devletler kurmak amacıyla küresel, ulusal veya bölgesel terör örgütleri bize gösteriyor ki yeni kurulan dünya düzeninde etkisini çok gösterecektir.
Türkiye’nin Güvenlik Algılamaları çerçevesinde ele aldığımız PKK terör örgütü ve mücadele de ele alınacak tedbirlerde devlete karşı silahlı bir örgüte en iyi çözüm halk tarafından benimsenmiş ve devletin tüm organları ile koordineli olarak desteklenmiş bir mücadelenin mutlaka başarıya ulaşacağı bilinmelidir. ‘ Kabul etmediğiniz sürece yenilmezsiniz, bu yüzden kabul etmeyiniz ‘ sözü ışığında kirli propagandalara alet edilip bölge halkının terör örgütüne katılımını engelleyemezsek bir devlet olarak terör örgütünün varlığını ve otoritesini kabul etmiş oluruz ki bunun sonucunda yenilmeyi ömür boyu kabul etmiş oluruz.
Özetle; terörle mücadele ile terörist ile mücadele parametresini iyi kavramamız gerekmektedir. Hastalığı düzgün tespit edersek, uygulayacağımız tedavi ve yöntemlerde kendiliğinden gelmektedir. Bunun için bu iki konseptin değerlendirmesini iyi yapmalıyız.
‘’ Bu ne bitmez yolmuş deme, bitmedik yol yok,
Bu ne aşılmaz dağmış deme, aşılmadık dağ yok. ‘’

*Süleyman GÖK-Selçuk Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü

4 Haziran 2010 Cuma

ÖNCE CAN SONRA CANAN

Ülkemiz, bölgemizde ve dünya’da son bir hafta da çok önemli ve etkisini yıllarca gösterecek olaylar meydana gelmiştir. Öncelikle aynı zamana denk gelen iç ve dış politikamızın önemli bir kısmını belirleyen olaylar dizisine bakmanın gerekliliğine inanmaktayız. Çünkü , gerek bölgesel, gerek ise küresel bir aktör olan Türkiye’nin Ortadoğu’da barış ve istikrarı güçlendirmek için politikalar ürettiğini ve bu politikanın ise Komşularla Sıfır Sorun çerçevesinde güçlendiğini bilmekteyiz. Son yaşanan olay göstermektedir ki ülkeler arasında iktidar hırsı, çıkar ve güç mücadelesi olduğu sürece sorun yaşamamamız imkânsızdır. Ve bunun sonucunda da sıfır sorun politikasının gerçekleşmesini imkânsız ve zor olduğunu belirtmek hiçte yanlış olmayacaktır. İsrail’in uluslar arası sularda diğer bir ifade ile açık denizlerde Türk Bayrağı bulunan gemiye saldırması ve içinde Yahudi,İngiliz,yunan ve Türk’lerin bulunduğu 9 aktivisti öldürmesi ve sayıları tam bilinmeyen yararlıların olması İsrail’in baskı ve şiddeti devlet politikası hale getirdiğinin göstergesidir. Türkiye’nin gemisine yapılmış olan bu saldırının sonuçları hükümet yetkilileri tarafından ve birçok sivil toplum kuruluşu, muhalefeti ile birlikte çok sert bir şekilde kınanmıştır. Ancak, İsrail’in yaptığı bu kalleşlik bir kınanma ile bitecek mi? Daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı’nın dediği gibi İsrail’den bir özür bekliyoruz açıklaması ne kadar samimi ve gerçekçidir; tartışılması gereken bir konudur.
Türkiye,yaşanan bu hadiseler ışığından İsrail’e karşı aynı sertlikte bir cevap vermesini bilmelidir. Şayet,ülkemiz bu olaya karşı sözde kalıp,eyleme dönüştürmezse gerek ulusal gerek ise uluslar arası alanda saygınlığını yitiren bir devlet imajı çizer. Bunun için ülkemizin dış politika karar alıcıları her türlü inanç, beklenti,imaj gibi sorunsalları göz ardı ederek sadece yapılan bu çirkin ve kabul edilemez durumu düşünerek bir çözüm planı hazırlamalı ve uygulamaya sokmalıdır. Peki, gündemde takip ettiğimize göre,herkesin dilinde bir SAVAŞ kelimesi ve HİTLER hayranlığı dolanmıştır. Bir anlık öfkemize, duygularımıza yenik düşmemeliyiz. Hitler gibi insan avcısı,faşist birini nasıl savunuruz veya savaş diyerek elimizdeki temel yeteneklerimizi,öz kaynaklarımızı bilmeden sırf bir takım duygularımızı tatmin etmek için bu sözü belirtmemiz bazı yanlışlara yol açmamıza neden olacaktır. Öncelikle belirtmem gerekirse,İsrail’in bu yaptığı bir savaş suçudur ve affedilmesi mümkün değildir. Ancak,bir devleti yönetirken her zaman rasyonel kararlar almak zorundayız,devlet yönetiminde duyguya yer yoktur. Acilen realist ve uygulanması mümkün kararlar almalı ve hemen eyleme dönüştürmeliyiz. Bu olayın başladığından ve duyulduğundan beri diplomasi trafiği çok hızlı bir şekilde ilerlemektedir. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, Nato gibi küresel ülke ve örgütler ile gerçekleştirdiğimiz diplomasi trafiği uluslar arası toplumun nabzını tutmada ve İsrail’e karşı bir birliktelik sağlamada önemli adımlardır. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken husus bu örgütlerin samimiyet dereceleridir. Daha öncede İsrail’in Gazze’ye saldırması sonucunda binlerce masum sivilin ölmesi Birleşmiş Milletler tarafından hiçbir yaptırıma tabi olmamış ve bizler katında Birleşmiş Milletlerin misyonunun yitirildiği kanaatini uyandırmıştır. Umarız ki bu olayda böyle sonuçlanmaz ve gerçekçi yaptırımlar ile İsrail dünya ve bölge barışını bozmanın cezasını alır.
Aynı anda gelişen diğer bir olay ise, PKK terör örgütünün İskenderun’da gerçekleştirdiği saldırı sonucu meydana gelen yaralı ve şehitlerimizin varlığıdır. Aynı zaman dilimlerinde meydana gelen bu iki önemli olayın bazı stratejistler tarafından bağlantılı olduğu ve eş zamanlı gerçekleşmesi kafalarda soru işareti bırakması anlamına gelebilecek yorumlarda bulunmaktadır. Bu konuda detaylı araştırma yaparak, sadece sözde değil elin kanıt ve yeterli argümanın bulunması sonucu bu iki olayın birleşik kaynaklardan beslendiğini açıklamamız gerekir ki aksi takdirde söylem ve tezimizin çürüme ihtimali azalsın. Ülkemizin enerjisini azaltan ve diğer ülkeler ile ilişkilerimizi temellendirirken bile önümüze çıkan bir sorun olan PKK meselesi ülkemizde uzun bir süredir açılmaya çalışılan Demokratik Açılımın bir sonucudur. Biz yazılarımızda bu olayların demokratik açılım yoluyla sona erebileceğini ancak yöntem ve içeriğin çok yanlış olduğunu defalarca yazmış biri olarak ülkemizin kanayan yarasının son bulması için derhal yeni içerikli, toplumun geniş bir kesimini kapsayan ve gerçekçi,sadece bir bölgenin değil,Türkiye’nin doğu ve batı,kuzey ve güney’indeki her türlü sorun çeken insanların bu demokratik açılıma tabi tutulmasını barındıran bir paket hazırlanması gerektiğini düşünmekteyiz. Bu sorunun dış güçler tarafından daha fazla koz haline getirilmemesi ve bizlerin de başları karşısında bağımlı olmadığımızı göstermemiz açısından bu önerilerimiz son derece önemlidir
Özetle, gerek Gazze’ye yardım götüren aktivistlerin ölmesi, gerek ise ülkemizde yaklaşık 30 yıldır teröre verdiğimiz canların yitirilmesi herkesin moralini bozmakta ve içini yakmaktadır. Yazının başlığında belirtildiği gibi Önce can sonra canan misali bizler ilk önce kendi insanımızın huzur ve güvenliğini, yaşam hakkını sağlamadıktan sonra Gazze’de yaşayan masum insanlara ne kadar ve sağlıklı bir yardım yapabiliriz.Sonuç olarak güçlü bir devlet olmak istiyorsak hem içimizde hem de bölgemizdeki olaylara gözü kapalı kalmadan,realist bir perspektiften bakarak eylem ve strateji gerçekleştirmeliyiz.

Süleyman GÖK